TARİHTEN BİR YAPRAK
ÇANAKKALE ZAFERİ’nin 103. Yılını kutlarken; bizlere bu günleri yaşatan ATAMIZI şehitlerimizi rahmetle ve saygı ile anıyoruz.
Geçmişini bilmeyen millet geleceğini göremediği için, geleceğine de güvenle bakamaz.
ÇANAKKALE’YE GELDİLER.
GEÇEMEDİLER
GEÇEMEYECEKLER!
Tarihi terennüm etmek, o havayı adeta teneffüs edercesine yaşanmışları anmak ve yâd etmek… Bu milletin temelidir temel harcıdır…
Savaşta dahi; insanlık dersinin verildiği, yaralı düşman askerini omzunda taşıyabilen karşı cepheye ölümüne giden hangi milletin askeridir. Var mıdır? Bakın tarih sayfalarına bulamazsınız.
“ SÖZ KONUSU VATAN İSE GERİSİ TEFERRUATTIR.” Veciz ifadesi, TÜRK MİLLETİNİN GÖNLÜNDE yaşattığı prensiptir. EY……! Ey ………! Ey bütün düveller!
ÇANAKKALE’ de (7) düvele meydan okumuş ASİL TÜRK MİLLETİNİ ve ORDUSUNU iyi tanıyın.
Tanımayıp ta, Tanımak isteyen var ise; ATATÜRK ve O’nun izinde olan ATATÜRK GENÇLİĞİ ve KAHRAMAN TÜRK ASKERİNİ Çanakkale Zaferinin mimarı ATATÜRK’ü Tarihimizi iyi okusunlar! Hodri Meydan. Ey Dünya, ölümüne koşarken Dönmeyi düşünmeyen vatan evlatlarının yazdığı,
DESTANDIR ÇANAKKALE…
ÇANAKKALE Zaferi ATATÜRK ’süz düşünülemez. Yâd etme anma kutlama programlarında O’nu kimse yok sayamaz. Kimsenin de haddine değildir!...
18 Mart Çanakkale Zaferi’ni anma programlarında; Afrin’in gündeme gelmesini değil. Her iki konuyu ( Çanakkale/ Afrin Zaferi) eşdeğer tutamazsınız.
Zira Afrin Benim vatanım değil. Çanakkale benim vatanım. Bu, Afrin harekâtı başarısını küçümsediğimiz anlamına gelemez. Bu uğurda can verip şehitlerimize de Allah Rahmet Eylesin, Ruhları şad olsun.
ÇANAKKALE ile AFRİN ayrıca özdeşleştirilirse karşımıza ÇANAKKALE’de (7) Düvel,
AFRİN’de ise kardeş ESED çıkar ( Ege sahillerinden tatil yapan kardeş!...)
Sen ey bu topraklar için toprağa düşmüş ASKER
Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı DEĞER
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor TEVHİDİ
Bedrin aslanları ancak şanlı İDİ
Sana dar gelmeyecek makberi kimler KAZSIN
Gömelim gel seni tarihe desem SIĞMAZSIN
M. Akif ERSOY
ÇANAKKALE DESTANI
Çanakkale Deniz Harekâtında,
18 Mart 1915 Perşembe sabahı, tarihin o zamana kadar görmediği büyüklükte, 247 ağır topa sahip bir yüzen çelik kaleden oluşan muazzam düşman armadası, saat 10.05’de üç hat halinde boğaza girmeye başladı.
Çanakkale Boğazı’nın donanma ile geçilmesinin mümkün olmadığını anlayan itilaf devletleri, bu defa da kara harekâtı ile ilgili hazırlıklar yapmaya başladılar. Çanakkale Savaşı, tarihin en büyük siper savaşıydı.
Siperler arası uzaklık sekiz on metreyi geçmiyordu. Siperlerinden hiçbir asker ayrılmıyor şehit düşenlerin yeri hemen dolduruluyordu. Toprağın her bir adımına mermi yağıyor; etraf kan gölüne dönüyordu. Düşman dalgalar halinde Conkbayır’ına doğru ilerliyordu. Türkler, Çanakkale’yi zorlayan ve itilaf devletlerinin sahip olduğu güçler karşısına bile o inancı sayesinde adeta bir kale gibi durarak düşmanı hezimete uğratmışlardı. Çanakkale savaşlarında 250 binin üzerinde askerimizi şehit olarak vermiştik ancak düşman ordusunun kayıpları bu rakamın çok daha üstündeydi.
Çanakkale Kara harekâtında Türk askerinin kahramanlığı Albay Mustafa Kemal tarafından şöyle anlatılır,
Karşı siperler arasında mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına bütünüyle düşüyor, ikincidekiler, onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilmeye değer bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz?
Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor. Sarsılmak yok! Okuma bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar.
Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muhaberesini kazandıran, bu yüksek ruhtur.
Çanakkale Şavaşları’nda Conkbayırı’nda görevli olan ve sonradan Avustralya genel valisi seçilen Üsteğmen Casey, Nisan 1915’te cephedeki kahraman Türk askerinin cesareti, centilmenliği ve insan sevgisine ilişkin gözlemlerini şöyle özetlemektedir.
25 Nisan 1915 günü Conkbayırı’nda Türkler ile müttefik kuvvetleri arasında korkunç siper savaşları oluyordu. Siperler arasında 8–10 metre mesafe vardı. Süngü hücumundan sonra savaşa ara verildi. Askerler siperlerine çekildi. Yaralılar ve ölüler toplanıyordu. İki siper arasında açıkta ağır yaralı ve bir bacağı kopmak üzere olan İngiliz Yüzbaşı Avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağlıyor, kurtaın diye yalvarıyordu. Ancak; Anzak ve İngiliz siperlerinden, kimse çıkıp yardım etmeye cesaret edemiyordu. Çünkü en küçük bir kıpırdanışta yüzlerce kurşun yağıyordu. İşte tam o anda, akıl almaz bir olay oldu. Türk siperlerinden beyaz bir iç çamaşırı sallandı ve arkasından aslan yapılı bir Türk askeri siperinden çıktı. Hepimiz donduk kaldık. Kimse nefes alamıyor sadece bizim sipere yaklaşan Türk askerine bakıyroduk. Türk askeri yavaş adımlarla bizim sipere doğru yürüyor, bizim siperdekiler ise kendisine nişan almış bekliyordu. Türk askeri, yaralı ingiliz subayını yavaşça yerden kucaklayarak kaldırdı, Kolunu omzuna attı ve bizim siperlere doğru yürümeye başladı. Yaralı İngiliz Yüzbaşı’yı usulca yer bırakıp, kendi siperine döndü. Gözlerimize inanamadık! Teşekkür bile edemedik!
Savaş alanlarında günlerce bu kahraman Türk askerinin cesareti, iyiliği ve insan sevgisi konuşuldu. Dünyanın en yürekli ve en kahrman askeri, Mehmetçiğe derin sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Tüm Türk askerleri cepheye yeter ki vatan kurtulsun biz şehit olalım diyerek gitmişlerdi. Türk askeri şehit olmayı isterken Türk anaları da oğlunun şehit olmasından dolayı mutluluk duyuyordu. İzmir’in Bayındır Kazası’na bağlı, Hamidiye Köyü’nden şehit Ömer Onbaşı’nın annesi Habibe Hanım, oğlunun şehadet haberini alınca Enver Paşa’ya “ Kumandan Beyefendim” diye başlayan bir mektup yazıyor. Mektupta, hürmetlerini ifade ettikten sonra, “Oğlum Ömer Onbaşı’nın şehit olduğuna dair mektubunuzu kemal-i ta’zim ile aldım, tekrar-be-tekrar okudum ve pek çok sevindim. Sevindim ki şehit validesi oldum.” diyor. Cephede böyle düşünen, cephe gerisinde de böyle aynı düşüncelere haiz Türk milletini zaten dünyada hiçbir kuvvet yenemezdi.
Genç bir öğretmenin annesine yazdığı mektupta “Anneciğim şayet bu siper içinde ebediyen kalır, geri dönmezsem sana çok yalvarırım benim için ağlama” diyordu.
Çanakkale’ye gencecik öğrencilerde gitmişlerdi. O yıllarda Fatih Medresesi Müderrisi olan Hasan Fehmi Bey, “ Çanakkale 25 bin talebemi yedi.” diyordu. Yine, o zamanın en itibarlı okullarından Galatasaray Lisesi’nin kimi sınıfları hiç mezun vermemiş, çünkü savaşta şehit olmuşlardı. Liseler de mezun edecek son sınıf öğrencisi olmadığı için lise ikinci sınıf öğrencileri üniversiteye kabul edilmek durumunda kalınmıştı. Çanakkale’de mektep cephe de birleşmiş bir durumu ortaya çıkarmıştı.
O günlerdeki asker ve annelerin düşüncesi vatan ve şehitlik aşkı halen devam etmektedir. Bizde bu tarih olduğu müddetçe, o ruha haiz olduğumuz sürece toprağın bir karışı için can vermeye devam ederiz. O ruhun ölümü demek Türk milletinin ölümü demek olduğu hepimiz bilmekteyiz. Bu sebepten dolayı Çanakkale’yi geçilmez yapan ve büyük zafere ulaştıran, Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, 215 kilo ağırlığındaki top mermesini sırtlayan Seyit Onbaşı’yı, 57. Piyade Alayı Şehitlerini, kınalı Mehmetleri, atalarımızı ve yüzlerce liseli, üniversiteli şehitlerimizi rahmetle, minnetle ve saygı ile anıyor ve sonsuza dek anacağız.