Yargıtay 1. Ceza Dairesi 1991 tarihli kararında “Bilirkişi düşüncesi delil değildir. Delil hakkında bir açıklamadır. Bir başka anlatımla delillerin değerlendirilmesi vasıtasıdır. Delil, bilirkişi incelemesi için gerekli olan şeydir. Hâkim bilirkişi incelemesi ile bağlı değildir. Bilirkişinin görevi teknik ve bilimsel anlamda hâkimi aydınlatmaktır.” şeklinde görüş ortaya koymuştur.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ da 24/05/2016 tarihli (2015/12-276 E, 2016/263 sayılı) kararında bilirkişilerin atanmasını, bilirkişi raporları ve bu raporların yargı mercileri nezdinde bağlayıcı olup olmadıklarını irdeleyerek; “... Sahip bulunduğu uzmanlık bilgisiyle mahkemeye bir ispat sorununda yardımcı olup, tanzim ettiği raporu delil değil, “delil değerlendirmesi aracı” olan bilirkişiye başvurmanın amacı, çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde görüş alınmasıdır.
Bununla birlikte ceza muhakemesinde bilirkişi kendiliğinden bir rol edinemez.
Uzman görüşü ile bilirkişi raporu arasında ciddi çelişkiler bulunması, çelişkilerin tartışılmamış olmasıYargıtay 15. Hukuk Dairesi 2019/748 Esas,2019/3857 K.
- Nitekim alınan rapor çelişkinin giderilmesi bir yana aynı raporun tekrarı niteliğindedir.
- Öte yandan alınan bilirkişi raporuna davalı vekili esaslı itirazlarda bulunmuş ve bu itirazlarına 6100 sayılı HMKnın 293. maddesi gereğince alınan uzman görüşünü dayanak olarak eklemiştir.
- Bilindiği üzere 6100 sayılı HMKnın 293. maddesinde düzenlenen uzman görüşü, tarafların uyuşmazlığın aydınlanabilmesi, anlaşılabilmesi ve iddia ve savunmaların ispatı içeren kendisinin belirlediği özel ve teknik bilirkişiden bir konuda bilgi alması olarak düzenlenmiş olup, uygulamada özel bilirkişi adı da verilmektedir.
- Bu anlamda alınan bilirkişi raporuna, taraflardan biri, uzman görüşüne dayanmak suretiyle itiraz etmiş ve bu itirazlar mahkeme tarafından hiç değerlendirmeye alınmamış ve itirazlar gerekçeli bir şekilde karşılanmamış ise uzman görüşüne dayanan tarafın 6100 sayılı HMKnın 27. Anayasanın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukuki dinlenme hakkını ihlal etmiş olabilecektir.
- Dosyaya ibraz edilen uzman görüşünde bilirkişi raporu ile tespit edilen görüşlerinin aksine tespit ve görüşler ileri sürülmüş olup, bilirkişi raporu ile uzman görüşü ciddi şekilde çelişkiler içermektedir. ,
- Alınan bilirkişi raporu ile uzman görüşü arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla dosyanın yeni bir bilirkişi heyetine tevdii edilmesi yerine yetersiz ve esaslı itiraza uğrayan rapora dayanılarak uzman görüşü kararda gerekçeli olarak değerlendirilip tartışılmadan karar verilmiş olması doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
- Dosyaya ibraz edilen uzman görüşünde bilirkişi raporu ile tespit edilen görüşlerin aksine tespit ve görüşler ileri sürülmüş olup, bilirkişi raporu ile uzman görüşü hesaplama ve paylaşım oranı yönünden ciddi şekilde çelişkiler içermektedir.
- Alınan bilirkişi asıl ve ek raporları ile uzman görüşü arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla dosyanın yeni bir bilirkişi heyetine tevdii edilmesi yerine esaslı itiraza uğrayan rapora dayanılarak uzman görüşü kararda gerekçeli olarak değerlendirilip tartışılmadan karar verilmiş olması doğru olmamıştır.
- yargılama sırasında taraflarca dosyaya HMKnın 293. maddesi uyarınca uzman görüşü ibraz edildiği, mahkemece davalı tarafça sunulan uzman görüşü esas alınmak suretiyle istinafa konu kararın verildiği görülmektedir.
- Mahkemece bu iddialar yönünden herhangi bir araştırma yapılmadığı gibi bu iddiaların değerlendirilmesi ancak davalı taraf ticari defter ve belgeleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak rapor alınması suretiyle değerlendirilebilecek olmasına rağmen yargılama sırasında davacı tarafın bilirkişi incelemesi yapılması talebinin herhangi bir gerekçe de açıklanmaksızın red edilmesi usul ve yasaya uygun değildir.
Hukuk Genel Kurulu 2018/1100 E. , 2020/289 K.
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi 1. Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. 2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü: I. YARGILAMA SÜRECİ Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 07.09.2006 tarihli dilekçesinde; davalının, müvekkilinin şirketinde 01.09.2004 tarihinde işe başladığını, 18.03.2006 tarihinde işten ayrıldığını, işten ayrılırken şirketteki tüm çalışmalarına karşılık olan parayı aldığına ilişkin ibraname verdiği gibi müvekkili ve şirketinden hiçbir alacağı olmadığına ve uhdesinde müvekkiline ve müvekkilinin şirketine ait bir belge olmadığına dair imzalı belge verdiğini, davalının müvekkilinin şirkette olmadığı bir zamanda çekmecesinde bulunan ve müvekkili tarafından imzalı boş A-4 kağıdını çalarak uhdesinde tuttuğunu, sonrasında belgenin üstünü bilgisayarla doldurarak borçlusu müvekkili olan 08.07.2004 tanzim tarihli, 25.03.2006 vade tarihli 650.000TL bedelli kambiyo senedi hâline getirdiğini ve Ankara 18. İcra Müdürlüğü’nün 2006/10123 E. sayılı dosyasında müvekkili aleyhine icra takibi başlattığını, davalının şirketten ayrıldıktan sonra hiçbir alacağı kalmadığına dair belge vermesine rağmen çaldığı imzalı boş beyaz kâğıdı senet hâline getirdiğini, müvekkilinin davalıya hiçbir borcunun bulunmadığını, davalının müvekkilinin babasına ait evde kiracı olarak oturduğunu, kira bedelini ödemeyecek durumda olduğu bir dönemde alacaklı olduğunu iddia etmesinin gerçekçi olmadığını, şirketteki çalışmalarına karşılık tüm alacağının ödendiğini ayrıca alacağının kalmadığına dair ibraname ve taahhütname verdiğini davalı ile belgenin düzenlediği tarih itibariyle hiçbir hukuki ilişkinin bulunmadığını ileri sürerek, davanın kabulü ile müvekkilinin borçlu olmadığının tespiti ile icra takibinin iptaline ve %40 kötüniyet tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı Cevabı: 5. Davalı vekili, davacının senedin sahte olduğu ya da imzanın kendisine ait olmadığı yönünde bir itirazının bulunmadığını, davacı ile iş ilişkilerinin davacının şirketinde çalışmadan önce başladığını, müvekkilinin davacının işyerinde çalışmaya başlamadan önce de iş hayatında olduğunu, davacının babasının dairesini kiralayarak işyeri olarak kullandığını, sonrasında davacının kendisine ait şirketinde fabrika müdürü olarak çalışmasını teklif ettiğini, bu nedenle öncesinde aralarında iş ilişkisi olmadığı yönündeki iddianın asılsız olduğunu, müvekkilinin davacıya ibraname vermediğini, davacının sahte ibraname düzenleme yoluna gittiğini, ibranamedeki imzanın müvekkiline ait olmadığını, sahte belge düzenlemesi nedeniyle davacı hakkında suç duyurusunda bulunduklarını, davacının imzalı boş kağıdın müvekkili tarafından çalındığı yönündeki iddiasının asılsız olduğunu, davacının müvekkilinin elindeki parayı “bize bankalar daha fazla faiz veriyor paranı bana ver değerlendireyim” diyerek alan davacının sonrasında işten ayrılan müvekkilinin alacağını istemesine rağmen vermediğini belirterek, davanın reddi ile kötüniyetli olan davacıdan %40 oranındaki tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. İlk Derece Mahkemesi Kararı: 6. Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 26.01.2016 tarihli ve 2006/470 E., 2016/38 K. sayılı kararı ile; Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/835 E., 2014/709 K. sayılı kararında, davacı tarafından ibraz edilen 17.05.2006 tarihli “ibraname ve taahhütnamedir” başlıklı “kendilerini ibra ederim taahhüt eden ...” imzası ve yazısıyla biten belgenin davalı tarafından düzenlenmemiş olması, tanıkların çelişkili beyanları değerlendirildiğinde üzerine atılı suçu işlediğine dair şüpheler var ise de mahkûmiyeti için yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilmediğinden davalının beraatine karar verildiği, kararın temyiz incelemesinden geçerek onandığı, Ceza Mahkemesinde “ibraz edilen 17.05.2006 tarihli “ibraname ve taahhütnamedir” başlıklı “kendilerini ibra ederim taahhüt eden ...” imzası ve yazısıyla biten belgenin davalı tarafından düzenlenmemiş olması…” şeklindeki maddi vakıanın hukuk mahkemesini bağlayıcı nitelikte olduğu, davalı hakkında iftira suçundan Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2011/148 E., 2013/654 K. sayılı kararı ile beraat kararı verildiği, bu kararın gerekçesinde de alınan 14.12.2011 tarihli ve 24.07.2012 tarihli Adli Tıp Kurumu raporlarında “ibraname ve taahhütnamedir” başlıklı belgedeki imzanın davalının eli ürünü olduğunu gösterir yeterlilikte bulgu saptanmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildiği ve kararın temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiği, eldeki menfi tespit davasına konu senetteki imzanın davacıya ait olduğu hususunda tartışma olmadığı, ihtilafın açığa atılan imzanın kötüye kullanılıp kullanılmadığı ve davalının ibraname verip vermediği hususunda olduğu, ceza yargılaması sırasında hükme esas alınan ve itibar edilen Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 14.12.2011 tarihli ve 24.07.2012 tarihli raporları dikkate alınarak yeniden rapor alınmasına gerek olmadığı, davacının kesin süre içerisinde yemin deliline de dayanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Özel Daire Bozma Kararı: 7. Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur. 8. Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 02.11.2016 tarihli ve 2016/7373 E., 2016/14246 K. sayılı kararı ile; “…1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2-Davalının temyiz itirazları yönünden yapılan incelemede, menfi tespit davası sırasında İİK 72. madde uyarınca ihtiyati tedbir kararı alınmış ve bu ihtiyati tedbir kararı teminat yatırılmak suretiyle uygulanmıştır. İİK 72/4 maddesi uyarınca menfi tespit davası red ile sonuçlandığında davalı alacaklı yararına tazminata karar verilmesi gerekirken bu talebin reddine karar verilmesi doğru olmamış mahkeme kararının bozulması gerekmiştir,…” gerekçesiyle bozulmuştur. 9. Özel Dairenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur. 10. Yargıtay 19. Hukuk Dairesince 09.05.2017 tarihli ve 2017/875 E., 2017/3607 K. sayılı kararı ile; “…Her ne kadar mahkemece, ceza mahkemesi kararındaki maddi hukuka ilişkin tespitin hukuk hâkimini bağlayacağı gerekçesiyle yazılı şekilde hüküm kurulmuş ise de, ceza mahkemesince incelenen ibranameler altındaki imzaların ...'e (isim değişmekle ...) ait olup olmadığı konusunda kesin kanaat verici raporlar düzenlenmemiş olup alınan raporlarda bu hususta kesin kanaate elverişli bilgi ve bulguya rastlanılamadığı ve ihtimale dayalı olarak görüş bildirildiği şeklinde açıklamalara yer verilmiş olduğu gibi, ceza mahkemesi kararı gerekçesinde yer alan, “sözü edilen imzaların adı geçen şahsa ait olmadığı” yolundaki tespit de dosya içeriği ile uyuşmadığından ceza mahkemesi kararının bu nedenlerle hukuk hâkimini bağlayıcı nitelikte kabulü doğru görülmemiştir. Bu durumda mahkemece, uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulması için imza incelemesi de dâhil olmak üzere iddia ve savunma çerçevesinde ayrıntılı araştırma ve inceleme yapılarak deliller hep birlikte değerlendirilip varılacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmek üzere davacı yönünden de hükmün bozulması gerekirken ilamda yazılı nedenlerle davacının temyiz itirazlarının reddedilmiş olduğu anlaşıldığından karar düzeltme talebinin kabulü gerekmiştir,…” yönünde bozma gerekçeleri eklenerek hüküm davacı yararına da bozulmuştur. Direnme Kararı: 11. Ankara 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 13.03.2018 tarihli ve 2017/594 E., 2018/155 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeler yanında Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/835 E., 2014/709 K. sayılı davalı hakkında sahtecilik suçundan verilen beraat kararının onandığı, imzaların adı geçen kişiye ait olup olmadığı yönündeki tespitin de ilgili 21. Ceza Dairesi’nce denetlendiği, bu nedenle Özel Dairenin “sözü edilen imzaların adı geçen şahsa ait olmadığı yolundaki tespit de dosya içeriği ile uyuşmadığından ceza mahkemesinin kararının bu nedenle hukuk hâkimini bağlayıcı nitelikte kabulü doğru görülmemiştir” gerekçesinin benimsenmediği, ceza mahkemesince verilen beraat kararı hukuk hâkimini bağlayıcı nitelikte değilse de ceza mahkemesinin maddi olgu tespitinin hukuk hâkimini bağladığı, Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/835 E., 2014/709 K. sayılı kararındaki “ibraz edilen 17.05.2006 tarihli “ibraname ve taahhütnamedir başlıklı kendilerini ibra ederim taahhüt eden ...” imzası ve yazısıyla biten belgenin sanık tarafından düzenlenmemiş olması” şeklindeki maddi vakıanın hukuk mahkemesini bağlayıcı nitelikte olduğu, yine davalının sahte ibraname düzenlendiği iddiası üzerine davalı hakkında iftira suçu nedeniyle görülen Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2011/148 E., 2013/654 K. sayılı kararı ile beraat kararı verildiği dikkate alındığında, bu kararın gerekçesinde yer alan 14.12.2011 tarihli ve 24.07.2012 tarihli Adli Tıp Kurumu raporlarında “ibraname ve taahhütnamedir” başlıklı belgedeki imzanın davalının eli ürünü olduğunu gösterir yeterlilikte bulgu saptanmadığı yolundaki raporlar dikkate alınarak yeniden rapor alınması isteminin yerinde görülmediği ve tüm deliller değerlendirildiğinde menfi tespit isteminin yerinde olmadığı gerekçesiyle menfi tespit isteminin reddine ilişkin hüküm yönünden direnilmesine, Özel Dairenin bozma kararının ikinci bendi yönünden ise uyma kararı verilerek davalı lehine kötüniyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmiştir. Direnme Kararının Temyizi: 12. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. II. UYUŞMAZLIK 13. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 53. maddesi uyarınca, ceza mahkemesince verilen beraat kararında, incelenen ibranameler altındaki imzanın davalıya ait olup olmadığı yönünden alınan bilirkişi raporlarının maddi vakıa olarak hukuk hâkimini bağlayıp bağlamadığı, burada varılacak sonuca göre mahkemece yeniden araştırma yapılarak karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır. III. GEREKÇE 14. Öncelikle, ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır. 15. Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nın 53. maddesinde düzenlenmiş olup, hukuk hâkimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır. 16. Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını, aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise kişi ilişkilerinin medeni hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını öngörmesi esasına dayanmaktadır. 17. 818 sayılı BK’nın “Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet” başlıklı 53. maddesinde: “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır (6098 sayılı TBK’nın 74. maddesi hükmü de benzer düzenleme içermektedir.). 18. Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hâkimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Ancak, hemen belirtilmelidir ki, gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hâkiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hâkiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır. 19. Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir. 20. Bilindiği gibi kesin hüküm, ilişkin olduğu konuda uyuşmazlığı ortadan kaldırır. Bu yüzdendir ki, açılan bir dava hakkında kesin hüküm bulunmaması bir yargılama koşuludur. Özellikle bir ceza mahkemesinin, uyuşmazlık konusu olayın tespitine; diğer bir söyleyişle, olayın varlığına ve sanık tarafından işlendiğine ilişkin maddi olgulara ilişkin kesinleşmiş saptaması, aynı konudaki hukuk mahkemesinde de kesin hüküm oluşturur. Bunun nedeni, ceza yargılamasındaki ispat araçları bakımından ceza hâkiminin hukuk hâkiminden çok daha elverişli bir konumda olmasıdır. 21. Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. 22. Bunun sonucunda, hukuk hâkimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hâkimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O hâlde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hâkimini bağlamasına, 818 sayılı BK’nın 53. maddesi bir engel oluşturmaz. 23. Bu noktada, ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesini bağladığı hâllerde, kesin delilin etkisi nedeniyle, ceza mahkemesi kararında dayanılmış olan bilirkişi raporunun hukuk mahkemesini bağlayacağı; buna karşılık, ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesini bağlamadığı hâllerde, ceza mahkemesinde alınmış olan bilirkişi raporunun, hukuk mahkemesini bağlamayacağı, eş söyleşiyle hukuk mahkemesinin yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabileceği, kuşku ve duraksamaya yer olmaksızın kabul edilmektedir (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, s: 5154-5155). 24. Özellikle tarafların, iddia ve savunmalarını ispat için, mahkemeden bilirkişi incelemesi yapılmasını istemeleri hâlinde; hukuk hâkiminin, uyuşmazlığı kendi tespit ve takdirine, “Medeni Hukuk” alanı kurallarına göre çözümlemesi gerekir. 25. Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 27.04.2011 tarih ve 2011/17-50 E., 2011/31 K., 09.04.2014 tarih ve 2013/4-1008 E., 2014/490 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir. 26. Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/148 E. sayılı dosyasında alınan 14.12.2011 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda “ibraname ve taahhütnamedir” başlıklı belgede yer alan imzanın ...’ün eli ürünü olduğunu gösterir nitelik ve yeterlilikte bulgu saptanmadığı belirtilmiş, alınan 24.07.2012 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda da önceki rapora eklenecek bir husus bulunmadığı ifade edilmiştir. 27. Ankara 21. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/148 E. sayılı dosyasında soruşturma aşamasında “ibraname ve taahhütnamedir” başlıklı belgeye istinaden alınan 01.04.2007 tarihli bilirkişi raporunda ise “ taahhüt eden – ...” yazısı altındaki imzanın davalı ... elinden çıktığı belirtilmiştir. 28. Ankara 6. Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/835 E. sayılı dosyasında alınan 16.05.2013 tarihli bilirkişi raporunda da anılan belgedeki imzanın davalı eli ürünü olmasının muhtemel olduğu belirtilmiştir. 29. Her iki ceza dosyasında da davalı hakkında iftira ve sahtecilik suçları yönünden kesin delil elde edilememesi ve iddia edilen eylemlerin davalı tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle beraat kararı verildiği anlaşılmaktadır. 30. Yukarıda belirtilen ceza dosyalarında alınan bilirkişi raporlarından anlaşılacağı üzere, incelenen ibranameler altındaki imzaların davalıya ait olup olmadığı konusunda kesin kanaat verici tespitler yapılmamış ve ihtimale dayalı olarak görüş bildirilmiştir. 31. Ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesini bağlamadığı hâllerde, ceza mahkemesinde alınmış olan bilirkişi raporu, hukuk mahkemesini bağlamadığından hukuk mahkemesince imza incelemesi de dâhil olmak üzere tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılarak karar verilmesi gerekmektedir. 32. Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 33. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. IV. SONUÇ : Yukarıda (13) nolu ve devamı bentlerde açıklanan nedenlerle; Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. gereğince BOZULMASINA, İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, Aynı Kanun'un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 12.03.2020 gününde oy birliği ile karar verildi.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi (2015/7039 Esas, 2017/7196 K. sayılı) 26.10.2017 tarihli kararında; “… Jandarma Kriminal raporunda senet üzerindeki şikayetçiye ait imzanın onun eli ürünü olmadığının ve onun imzası taklit edilmek suretiyle atıldığının belirtildiği, Adli Tıp fizik İhtisas Dairesi’nin raporu ile de senetteki şikayetçiye atfen atılı borçlu imzalarının şikayetçiye ait olduğunun rapor edildiği anlaşıldığından; raporlar arasında çelişki olması nedeniyle bu çelişkinin giderilmesi bakımından üniversitede görevli uzman kişilerden oluşacak bilirkişi kurulundan veya Adli Tıp Kurumu genişletilmiş ihtisas dairesinden rapor alınması ya da mevcut raporlardan hangisine üstünlük tanındığının tartışılarak nedenlerinin gerekçeli kararda gösterilmesi gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile hükümler kurulması” nedenleriyle kararı bozarak çelişkili bilirkişi raporlarında mahkemenin hangi yöntemle hareket etmesi gerektiğini belirtmiştirAdli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinin İmza İncelemesinde Son Merci Olarak Kabulü Hususunda Yasal Bir Düzenleme Bulunmamaktadır
* Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinin imza incelemesinde son merci olarak kabulü hususunda yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.* Söz konusu raporların anılan kurumdan alınmış ve heyetçe düzenlenmiş olması yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre ona üstünlük sağlamayacağından kesin kanaat bildirmeyen mevcut raporlara göre sonuca gidilemez.* Alacaklı tarafından yeni bir bilirkişi incelemesi yapılması talep edildiğine göre mahkemece ispat yükünün alacaklıda olduğu kuralı nazara alınarak yeniden uzman bilirkişilerden oluşturulacak kuruldan rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.YargıtayHukuk Genel KuruluEsas : 2015/49Karar : 2015/1022Karar Tarihi : 13.03.2015TAKİBİN İPTALİ – İMZAYA İTİRAZ – ADLİ TIP RAPORU – İSPAT YÜKÜ – İCRA VE İFLAS KANUNU (İİK) (2004) Madde 336 – HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 428“İçtihat Metni”Taraflar arasındaki “imzaya itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 8.İcra Hukuk (Kapatılan Üsküdar 1.İcra Hukuk) Mahkemesince itirazın kabulüne dair verilen 23.11.2012 gün ve 2010/222 E.-2012/670 K. sayılı kararın incelenmesi davalı-alacaklı T.. Y.. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 03.06.2013 gün ve 2013/11722 E- 2013/20487 K. sayılı ilamı ile önce onanmış; davalı-alacaklı T.. Y.. vekilinin karar düzeltme istemi üzerine, bu istem kabul edilerek, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 10.10.2013 gün ve 2013/25897 E- 2013/32312 K. sayılı ilamı ile;(…Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak Üsküdar 1.İcra Müdürlüğü’nün 2010/2620 sayılı icra takip dosyası ile kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibine başlandığı, örnek 10 numaralı ödeme emri tebliği üzerine borçlunun, imzaya itiraz ederek takibin iptali istemi ile icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır. Mahkemece imza incelemesi konusunda dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderdiği adı geçen kurum tarafından düzenlenen 06.04.2012 ve 09.10.2012 tarihli raporlarda, imzanın değerlendirildiği; ancak imzanın borçlu keşidecinin eli ürünü olup olmadığı hususunun tespit edilemediğinin bildirildiği, bu rapora alacaklının hüküm kurmaya elverişli olmadığı ve yeniden bilirkişi raporu alınması gerektiğini ileri sürerek itiraz ettiği belirlenmiştir.Adli Tıp Kurumundan alınan her iki raporda da imzanın borçlu eli ürünü olup olmadığı hususunda net bir görüş bildirilmemiştir. Mahkemece Adli Tıp Kurumundan alınan raporlar hükme esas alınarak itirazın kabulüne karar verilmiş ise de, sözkonusu raporların anılan kurumdan alınmış ve heyetçe düzenlenmiş olması yerleşik Yargıtay içtihatlarına göre ona üstünlük sağlamayacağından kesin kanaat bildirmeyen mevcut raporlara göre sonuca gidilemez. Zira Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinin imza incelemesinde son merci olarak kabulü hususunda yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. (Hukuk Genel Kurulunun 07.10.2009 tarih ve 2009/12-282 sayılı kararı)Alacaklı tarafından yeni bir bilirkişi incelemesi yapılması talep edildiğine göre mahkemece ispat yükünün alacaklıda olduğu kuralı nazara alınarak yeniden uzman bilirkişilerden oluşturulacak kuruldan rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. Mahkeme kararının bu nedenlerle bozulması gerekirken; maddi hataya dayalı olarak Dairemizce onandığı anlaşıldığından, karar düzeltme isteminin kabulüne karar vermek gerekmiştir.Alacaklının karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 03.06.2013 tarih ve 2013/11722 esas- 2013/20487 karar sayılı onama kararının kaldırılmasına, İstanbul Anadolu 8.İcra Mahkemesi 23.11.2012 tarih , 2010/222 E, 2012/670 K. Sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.’nun 366. ve HUMK.’nun 428.maddeleri uyarınca BOZULMASINA…)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 11. Ceza Dairesi 2019/1482 E. , 2021/9219 K. "İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Ceza MahkemesiSUÇ : Resmi belgede sahtecilikHÜKÜM : Beraat Gerekçeli kararda suç tarihinin 21.02.2012 olması gerekirken 16.02.2010 olarak gösterilmesi mahallinde düzeltilebilir yazım hatası olarak kabul edilmiştir.Suça konu senet üzerindeki borçlu imzasının katılana ait olup olmadığının tespiti ile ilgili olarak, Kozan 2. Asliye Hukuk Mahkemesine ait 2012/513 esas sayılı dosyasında taraflar arasındaki görülmekte olan menfii tespit davasının yargılama aşamasında alınan 09/05/2014 tarihli Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesinin raporu ile soruşturma aşamasında Adana Kriminal Polis Laboratuvarından alınan 01/04/2013 tarihli rapor arasında açık çelişkiler bulunduğu, mahkemece bu çelişkilere değinilmediği ve hükme esas alınan rapora üstünlük tanınmasının nedenleri karar yerinde tartışılmadığı anlaşılmakla; gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde tespiti bakımından; sanığın ve katılanın olay öncesine ait bol miktarda samimi imza örnekleri muhtarlık, tapu ve nüfus idaresi ve ilçe seçim kurulu gibi yerlerden temin edilip suça konu senet aslındaki tüm yazı, rakam ve imzaların sanık, katılan ve tanık ...'a aidiyeti yönünde bilirkişi incelemesi yaptırılmak üzere dosyanın Adli Tıp Kurumu Genişletilmiş Fizik İhtisas Dairesine gönderilip mevcut raporlar arasındaki çelişki giderildikten sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması,Yasaya aykırı, katılanın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nin 321. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, 26.10.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi. 11. Ceza Dairesi 2014/2875 E. , 2016/3038 K.MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇ : Resmi belgede sahtecilik HÜKÜM : Mahkumiyet Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma neticelerine uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre sanık müdafinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine; ancak: 1- Türk Ticaret Kanunu'na göre, kambiyo senetlerinden olan çekin resmi belge niteliğinde sayılabilmesi için unsurlarının tam olması gerektiği, soruşturma aşamasında kriminal uzmanından alınan bilirkişi raporunda çekin ön yüzünde yer alan keşide yer, tarih, meblağ ve rakamların beraat eden sanık ...'a ait olduğunun tespit edildiği, yargılama aşamasında ise ilk rapora çelişkili olacak şekilde kriminal uzmanının düzenlediği hükme esas alınan raporda, çekin ön yüzündeki yazıların sanık ...'a ait olduğunun bildirildiği anlaşılmakla, sanığın çeki ilk kullandığı anda unsurlarının tam olup olmadığının tespiti bakımından, çekin verildiği anda unsurlarının bulunup bulunmadığının çeki alan kişinin tespiti ile bu kişiden sorulması, çekin ön yüzündeki, yazı, rakamlar yönünden yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle raporlar arasındaki çelişkinin giderilip bu yazıların kime ait olduğu saptandıktan sonra sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulması yasaya aykırı,2- 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesine ilişkin uygulamanın Anayasa Mahkemesi'nin 08.10.2015 gün 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı iptal kararı ile birlikte yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması, Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 04.04.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
11. Ceza Dairesi 2021/10169 E. , 2021/14070 K.İNCELENEN KARARIN; MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi SUÇLAR : Dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik Sanığın, katılanın oğlu ...'den tahsil amacıyla ön yüzü dolu, arka yüzü boş halde aldığı suça konu bononun arkasına katılanın ismini yazıp onun adına imzaladıktan sonra kendi ismini yazıp imzalayarak katılan aleyhine bonoyu takibe koyduğu iddia olunan olayda; ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 28.12.2004 tarih ve 2004/173-228 sayılı kararında açıklandığı üzere; yüklenen dolandırıcılık suçunun kamu kurumu olan İcra Dairesinin vasıta kılınmak suretiyle işlendiğinin iddia olunması karşısında, sanığın eylemlerinin 5237 sayılı TCK'nin 158/1-d ve 204/1 maddelerinde düzenlenen suçları oluşturup oluşturmadığına ilişkin delilleri takdir ve tartışmanın üst dereceli Ağır Ceza Mahkemesine ait olduğu gözetilmeden yargılamaya devamla yazılı şekilde hükümler kurulması, Yasaya aykırı, sanık müdafisinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nin 321. maddesi uyarınca hükümlerin BOZULMASINA, aynı Kanun'un 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından kazanılmış hakkın gözetilmesine, 29.12.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.