Eğer bu ülkede iktidarın adil demokratik seçimler yoluyla barışçı biçimde el değiştirebileceğine hala inanıyor isek önümüzde iki alternatif var:Birincisi: Adil bir seçimle cumhurbaşkanının iktidarını korumayı becerebilmesi ve mevcut rejimin ülke iktisaden çaresizlik içinde kalıncaya kadar sürmesi. Bu durum seçim adil olmazsa zaten geçerli olacak.İkincisi: Muhalefetin eğer amaçları o ise bize eski parlamenter düzene dönüldüğü takdirde eskiden farklı olarak neleri başarabileceklerini doğru dürüst anlatması, uygulayacağı sistem ve alt programlar hakkında insanları ikna etmeyi becerebilmesi ve muhalefet partilerinin cumhurbaşkanı adaylarına mevcut cumhurbaşkanından daha fazla oy almalarını sağlayabilmesi.Buraya kadar zaten ezberledik diyeceksiniz. O nedenle yukarıdaki iki alternatifin, şu kazanırsa şu nasıl olur, Meclis’te şu parti kazanırsa kime yarar gibi detaylarına girmeyeceğim.Ama ikinci alternatif gerçekleşir ise nasıl bir demokratik sistem kurmamız lazım ona odaklanmak istiyorum.Emekli büyükelçi olduğum için hayatım boyunca dış politika ve karar süreçleri bakımından iç politikayla sürekli uğraştım. CHP’de genel başkan yardımcılığı ve kısa dönem milletvekilliği yaptığım için CHP’de ve ülkemizde nasıl aktif siyaset yapıldığını layık-ı veçhile öğrendiğime inanıyorum. Siyasetin içindeyken her türlü iftira ve karalamaya mebzul biçimde maruz kaldığım ve o tecrübeyi de maalesef tattığım için, siyasete biraz mesafeliyken belki içerdeki ayak oyunlarından ari biçimde bu memleketi düşünen entelektüel arkadaşlarla beraber bu ülkenin esas sistem sorununa eğilir ve eninde sonunda liderlerin ne yapmalarının yararlı olacağını bilimsel olarak tartışıp önlerine koyar, görevimizi yine yaptığımızı kayda geçiririz diye düşündüm.Uzun zamandır, Irak, Suriye, Ortadoğu, İslam Devleti, PKK, PYD, Kürt siyaseti gibi konularla fazla meşgul olduğum için, bu defa kendimin de mensubu bulunduğu, çeşitli grupların giderek artan dertlerini inceleyeyim ve “Bu vatan üstünde hepimiz Müslümanız, hepimiz kardeşiz, birlik ve beraberliğimizi sağlar, teröre karşı hep birlikte tek yürek olur isek bizi kimse tutamaz, şimdi bize herkes düşman aman dikkat” gibi sloganlardan kendimizi nasıl kurtarır, doğru yolu hakikaten nasıl buluruz üzerine odaklanayım istedim. Hani siyasi iktidar gerçeklerin dile getirilmesinden ve bu ülkede gerçekler üzerinden halkımız arasında bir uzlaşı yakalanmasından kendi iktidarını idame ettirmek bakımından korkuyor ya, ben yine de hiç kimseyi korkutmadan gerçek olanı dile getirip bugünkü şartlarda pek yazılmayan, ne yaparsak, nasıl bir sistem kurarsak vatandaşlar olarak mutluluğu yakalarızı karınca kararınca araştırayım ve sizlerle paylaşayım istedim.Gerçekten ne yaparsak bu memleketin, dincisi, siyasal İslamcısı, İslami teröristi, bu meyanda FETÖ teröristi ve PKK etnik teröristi gibi fertlerinin yanısıra milliyetçi ve ulusalcı tanımlar altında ırkçılık yapan insanlarına rağmen, makul çoğunluğun büyük özlem ve isteği doğrultusunda uygarlık yolunda ilerlemesini, mutlu olmasını sağlayabiliriz, benim de mensubu bulunduğum grupların, neredeyse kemikleşmiş mevcut siyasi denklem karşısındaki umutsuzluklarını nasıl yıkabiliriz diye düşünüp, okuyup, izleyip, araştırıp duruyordum. Hiç aklımdan çıkmayan motto ise en zor ve riskli dönemlerin en ilginç fırsatları insanların ve toplumların önüne çıkarabileceği idi. Belki yine bir fırsatın eşiğindeyiz kimbilir diye düşünüyorum. Ancak aklımızı kullandığımız zaman tabii ki.Peki ben hangi grubu temsil ettiğimi zannediyorum ki onların dertlerine derman olacak bir sistem önermeye çalışayım.Ben ancak uygarlık yolunda ilerlemeye devam edersek bağnazlık, ucuz dincilik, siyasal İslamcılık, radikal İslamcılık ve her türlü din tacirliğinin bizi sürüklemekte olduğu karanlığa yuvarlanmaktan kurtulacağımıza inanan birisiyim.Ben ahlakı, dürüst ve namuslu olmayı, vicdanı temel değer olarak kabul eden, ‘İslamın kuralları’ diye yutturulan ve insanları bir diğer insana biata zorlayan bütün hadisleri reddeden, hurafeleri lanetleyen bir insanım.Ben yoksul ve cahil bırakılmış insanımızı bunlardan adam olmaz deyip din tacirlerinin büsbütün eline atan, buna karşılık entelektüel olduğuna vehmeden jakoben sekülerlerden de değilim. Canım istediği zaman rakının tadını çıkaran, öyle hissettiğimde arada bir Cuma’ya gidip namaz kılan normal bir Anadolu’luyum.Karımın veya kızımın veya gelinimin ne giyeceğine karışan, zorla kafalarına türban takmasını koşul sayan adamlardan hiç değilim. Göz zevkime uymasa da Arap kültür ve adetlerine göre giyinenlere hiç ses etmeyen, buna mukabil “Şortluydu, nefsimi uyandırdı” diyenlerden birisini bizzat cezalandırmayı arzulayan biriyim.Hristiyanların nefislerini çok daha rahat kontrol edebildiklerini gördükçe onların İslam’da da aynen geçerli bu kuralı ne kadar güzel uygulayabildiklerini takdir eden birisiyim. Nefislerini kontol edemediklerinden başka erkekler de aynısını yapabilir diye karısını kara çarşafa girmeye zorlayan Arapları taklit edenlere Türk olduklarını her daim hatırlatmak isteyen biriyim.Kendi karısına ahlaken güvenmeyenin derhal boşanmasını salık da veririm. Buna mukabil kendi öz rızası ve inancıyla başörtüsü veya türban takana her zaman sevgi ve saygı duyarım.Kocası, babası veya ailesinin baskısından kurtulup dışarıda biraz özgürlük tatmak için kapanan ile gerçekten inananı nasıl ayırdediyorsun derseniz, konuşup tartışmadan ayırt edemediğimi açıkça söyleyeyim, ama ikisine de saygı duymayı içselleştirmiş olduğumu ve bu kızlarımızın hiçbirine karşı önyargılı olmadığımı da ifade etmeliyim. Bunu Batı’dan aldığımız demokratik değerler sayesinde öğrendiğimin ve içselleştirdiğimin altını çizmeliyim. Bundan dolayı Atatürk’e duacı olanlardanım. Maturidi’nin anlattığı gibi, akletmeyi her daim ritüellerden önde tutan, gerçek Kur’an İslam’ının tüm zamanlarda geçerli olacak ilkeleriyle biraz aklı olan Müslümanlara ışık tutmasını yürekten dileyenlerdenim.Dinen de akletmeyi öğrenmiş özü sözü bir insanımızı ne kadar sevdiğimizi ise benim gruba sorun. Çok severiz.İşe akletme girince modern eğitimle yetişmiş çocuklarımızın ancak bu suretle, bu çağda, bu dünyada, işsizlik, rekabet ve teknolojik yaratıcılık dahil birçok güçlüğün üstesinden gelebileceğini düşünür bizim grup. Bizim çocuklarımızın medeni Batı ülkelerindeki başarılı çocuklardan hiçbir farkı olmadığını, sadece o ülkelerdeki ailelerin veya politikacıların çocuklarının önce cihat, sonra lazım gelirse (!) matematik öğrenmelerini istemediklerini çok iyi biliriz. Bu tür ileri zekalılar maalesef daha ziyade İslamcı oluyor. Yazık ki ne yazık.Bu anlatımdan sonra herhalde nasıl bir gruba mensup olduğum anlaşılmıştır. Tamamına katılmasa da birçok yönüyle benim gibi düşünen, muhafazakarından, sosyal demokratına, solcusuna kadar birçok insan olduğuna ve bizim bu memlekette açık arayla çoğunlukta olduğumuza inananlardanım. Dolayısıyla 7 Haziran 2015’te AKP’yi iktidardan indirdiğimiz gibi doğru stratejiyi uygularsak önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinden de galip çıkabileceğimize inanan iyimserler grubundanım.Şimdi çoğunlukta olan bizlerin hangi sorunlarımız olduğunu tadat etmek yerine hepimizin çok iyi bildiği bu sorunlar nasıl gelişmiş, ne yapılabilir sorusuna biraz farklı bir zaviyeden cevap aramaya çalışayım.Kısaca benim gruba mensup insanlar, yürekten sevdiğimiz Atatürk’ün peşinden giden dedelerimizin ve nenelerimizin kanıyla Atatürk’ün dirayetli yönetimi sayesinde sonsuz güçlükler aşılarak kurulan ve onun inkilapları sayesinde hala ayakta sapasağlam durabilen bu cumhuriyeti öyle Arap düşkünü bir grubun eline bırakmaya hiç ama hiç niyetli değiller.Yine benim grubuma mensup insanlar Arapların elinde İslamın ne hale geldiğinin de tam anlamıyla idrakındalar. Yani birinci saptamamız bu yüce dini kendi çıkarları için oyuncak edenlerin elinden kurtarmak gerektiği, en azından bu haliyle radikal bir mikrop haline gelen siyasal İslam denen bu hastalığın daha fazla içimize işlemesine engel olmamız lazım geldiğidir.Özetle başta dini konular olmak üzere bizim Araplardan öğrenecek pek birşeyimiz olmadığını o bölgede epey görev yapmış ve yaşamış bir insan olarak kendi grubuma teyiden gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.En büyük kazanımımız ise yoğun propagandaya ve kötülemeye rağmen bu halkın Atatürk’e bağlılık ve sevgisinden asla vazgeçmediğidir. Bu sevgi ve bağlılık, cumhuriyetimizin, laik düzenimizin ve uygarlık yolunda kendi kültürümüzle ilerleyebilmemizin en önemli teminatıdır.Yalnız yine idrakında olduğumuz bir diğer husus, ulu önderin ölümünden itibaren halkımızın Atatürk’e bu bağlılık ve sevgisini basiretsiz bazı yöneticilerin ifrata kaçan uygulamalarıyla dini siyasete alet eden ve eski güçlerinin peşinde koşan şeriatçıların eline koz olarak verdikleridir. Ne yazık ki bu ülkede gericiler ile modernistler arasındaki mücadele her iki tarafın da bel altı vurmaları neticesinde darbelerle kesintiye uğraya uğraya bugüne ulaştı.Bu tarihçenin özeti çoğunluk oyuna sahip cahil kesimin dini duyguları üzerinden oy devşiren dinci partilerin demokrasiyi bundan ibaret saymaları, buna mukabil söz konusu çağdaş değerleri yok etme çabalarının askeri darbelerle durdurulması ve bundan sonra da askerin eline geçirdiğinin canına okumasıdır. Askeri darbelerden sonra işbaşına geçenler halkın dini değerlerini yok saymanın yanında doğru dürüst bir hizmeti onlara götürememişlerdir. Merkezdeki idarenin, yani iktidarın boğucu baskısı ise el’an yaşamaya devam ettiğimiz sorunlar yumağının aşılamaz gibi görünen bir döngüye dönüşmesine neden olmuştur. Aynen düştüğümüz orta gelir tuzağı gibi bir durum. Yani kişi başına geliri bir türlü 10 bin doların üzerine çıkaramama.AKP örneği, belediyeler üzerinden hizmet götürme dışında, farklı değildir. Önce Milli Görüş gömleğini çıkardığını açıklayıp demokratikleşme yolunda reformlara imza atmış, ancak esas ‘dava’ olarak bellediği Arabist politikalarla yavaş yavaş bizi Arap ülkelerinin istikametine sokmuş, onların uydurma hadislerle kendi mutlakiyet rejimlerini sürdürmek üzere kurdukları şeriat düzenini ağır ağır insanımıza empozeye başlamış, bunun neticesinde benim gruptakiler yüzünden oy tabanı zayıflayınca yine dini kullanıp Menderes’in ‘Vatan Cephesi’ gibi ayırımcı ve halkı kutuplaştırıcı siyasasını aynen uygulamış, Menderes’in akıbetine uğramamak için ise 1970’lerden beri ciddi örgütlenme çabaları sürdüren Cemaat ile birebir birlikte çalışarak askeriye başta olmak üzere devletin bütün kurumlarının içini boşaltıp siyasal İslamcılarla doldurmuştur.Askeriye, adliye, içişleri ve dışişlerinin Cemaat ve AKP yandaşlarıyla doldurulması onların aklınca eskiden yaşandığı gibi bir darbeyi önlemiş ancak bütün sorunların katlanarak büyümesine neden olmuştur. İş, güç paylaşımına gelip dayanınca, Cemaat’le bu paylaşıma yanaşmayan AKP, özellikle 15 Temmuz darbesi sonrasını hem darbeci FETÖ teröristlerini, hem de insaf duygusunu zerre kadar hissetmeden benim gruptaki insanlar dahil kendisine muhalif herkesi susturmak amaçlı olarak kullanmıştır. Kullanmaya da devam ediyor.Şimdi ben benim gruba şu soruyu sormak istiyorum. Biz bu mevcut rejimin boğucu baskısı altına, dönmek istediğimiz eski parlamenter sistemin uygulamaları nedeniyle düşmedik mi?Üstelik öyle bir düştük ki bu defa darbeyi yapan da siyasal İslamcı, önleyen de!! Öyle değil mi?Demek ki bu ülkeyi bir tarafta din, vicdan ve inanç özgürlükleri, diğer tarafta fikir ve ifade özgürlükleriyle modern eğitim hakkı ve yaşam biçimine karışmama ilkeleri çerçevesinde dünyada en demokratik ve gelişmiş ülkeler safına çıkarabilmek için Atatürk tarafından öngörülen sistemi, yukarıda özetlemeye çalıştığım kısa tarihçe ve döngüde açıkça görülebilen, uygulamadaki boşlukların kasaba kurnazlarınca ahlaksızca kullanımı sonucu oluşan ana sorunlara çözüm getirecek bir hale getirmemiz elzem görünüyor.Yapabileceklerimiz ise ana başlıklar halinde şunlar:Birincisi askeri veya radikal İslamcı darbelere sebep olan uygulamaları inceleyip bizi aynı sorunlara düşmekten kaçınacak bir sisteme yönelmek. Demek ki her dönemde –ister askeri ister sivil idareler altında olsun- merkezdeki iktidarın ‘İstediğimiz düzeni gerekirse baskıyla uygulatır halkı yola getirebiliriz’ huyuna, çekebildiğimiz kadar set çekmek. Buna jakoben sekülerler kadar ırkçılığa varan milliyetçilik uygulamaya kalkanlar ve bunların karşısında radikal İslam’ı siyaset yoluyla veya 15 Temmuz’daki FETÖ darbesi gibi şiddet dahil her yolla halkın tamamına zorla kabul ettirmeye çalışanlar dahil.İkincisi, bizim liderlerin etrafındaki yalakaların da sürekli cesaretlendirmesiyle, illaki tek başına en iyiyi yaparım hastalığından kurtulmasını sağlamak için onları akıllı adamlarla çalışmaya mecbur edecek ve kendi başlarına alıp uygulamaya kalkışabilecekleri kararları halkımızın yararını gözeterek mümkün olduğunca kısıtlayacak bir sistemi kurmak (bu sadece mevcut cumhurbaşkanı bakımından değil iktidarı hedefleyen her fert için geçerli).Üçüncüsü, demokrasinin bir uzlaşı kültürü olduğunu, kavga edip ayrıştırma kültürü olmadığını, çocuklarımızın çok değişik fikirleri tartışmayı öğrenmelerini ilkokuldan itibaren sağlayacak bir eğitim sistemini belirlemek.Eğer bu ülkede birlik ve bütünlük istiyorsak, bu laf ebeliğiyle değil siyasal İslamcılarla seküler vatandaşlarımızın, Alevilerle Sünnilerin, Türklerle Kürtlerin, ezcümle bütün vatandaşların ortak payda üzerinden kuracağımız katılımcı demokratik düzen içinde birlikte ve birbirlerine karşı husumet duyguları beslemeden yaşamalarını pratikte sağlayabilmemizle mümkündür. Kardeşlik edebiyatıyla değil hukukun üstünlüğü altında eşit vatandaşlar olarak birlikte yaşamalarını sağlayacak bir düzen kurmak suretiyle bunu başarabiliriz. Yani hukukun üstünlüğü söylemini de laftan fiiliyata taşıyacak bir sistem kurmak gerek. Adliye ve kolluk kuvvetlerinin – lider veya siyasetçilere değil- hukukun üstünlüğünü kollayarak halkın haklarına biat etmelerini sağlayacak bir sistem. Bu da Meclis’te salı günleri yapılan grup toplantılarından grup toplantılarına söyleye söyleye, şikayet ede ede gerçekleştirilecek bir şey tabii ki değil.Bunları da zaten biliyoruz diyebilirsiniz.Şimdi yukarıda dile getirdiklerimizi nasıl bir sisteme dönüştürebilirize bakmalıyız. Bunu daha iyi anlatabilmek için benim gruptakilerden bazılarının neler düşünmeye başladıklarını dile getirerek işe koyulalım.Benim gruptakilerden bir kısmı “Yahu kardeşim madem bu dinciler başka türlü yaşamak istiyorlar bırakalım öyle yaşasınlar”; “Zaten en son referandum haritasına bakılırsa ülkenin kıyı kesimlerinin bariz biçimde bu anlamsız gidişattan son derece rahatsız olduğu görülüyor”, “O zaman biz başımızın çaresine bakalım”; “Biz istersek AB üyesi de oluruz, siyasi ve ekonomik olarak uçarız”; “Bizim dışımızdakiler de bir süre sonra işsiz kalınca kafalarını duvarlara vurmaya başlayabilirler” demeye başladı. Acı değil mi?İnsanları böyle düşünmeye iten iktidar, artık ipin ucunu kaçırmak üzere olduğunun farkında mı acaba?Öte yandan kutuplaşma üzerinden serilip serpilen, ayrıca bu ülkenin ilerici öteki yüzde 50’sini zorla Araplaştıracağını zanneden iktidar, tabii böyle duyguların ifade edilmesinden hiç memnun olamaz, zira paranın hangi taraftan geldiğini onlar bizden daha iyi biliyorlar. Onlar merkezde bütün manivelaları ellerinde tutup ülkenin en ücra köşesine kadar el atmalılar ki oralardan da para kazanabilsinler.Şimdi böyle bir söyleme rücu eden bizim gruptaki insanların biraz üzerine gittiğinizde hala bu memleketin bir bütünlük içinde kalabilmesinin yararını teslim etmekle beraber bu kadar baskıcı ve kutuplaştırıcı bir iktidarla bunun mümkün olmayacağını zaten söylüyorlar. Yani birinci alternatif onların gözünde zaten söz konusu değil yerine ne koyabilirizin arayışı içindeler. Mesela ‘Adalet Yürüyüşü’nü hepsi takdir ediyor ama Tayyip beyin karşısına Kemal beyi hala koyamıyorlar. Bunu da cumhurbaşkanlığı adayı bakımından CHP’lilerin iyi değerlendirmeleri gerekiyor. Sakın yanlış anlaşılmasın, şu anda CHP içindeki herhangi bir muhalif lider adayının daha iyi olduğunu kesinlikle söylemiyorum. Herkes Kemal beyin çok nazik ve iyi bir insan olduğunu teslim ediyor, ancak CHP olarak‘Adalet Yürüyüşü’ yanında uygulamaya dönük güven verici eylemlere imza atmaya devam etmesi hususunda hemfikirler.Şimdi ben bizim gruptakilere Batı’dan bazı örnekler vermek istiyorum. Bu örneklerden hareketle ne yapabileceğimizin ipuçları daha iyi görünmeye başlayacak.Ben son dönemde gelişmiş Batılı ülkelerin büyük çoğunluğunun neden federal sistemleri kendi demokratik cumhuriyetlerinin idari yapılanması için temel olarak seçtiklerine takıldım. Gelişmiş ülkelerin en gelişmişlerinin ve dünyada söz sahibi olanlarının neden ‘birleşik devletler’ veya ‘federal cumhuriyet’altında birleştiklerine daha yakından bakayım dedim. Hani bizde federalin ‘f’sini ağzınızdan kaçırırsanız askerinden milliyetçisine, ulusalcısından muhafazakarına kadar herkes üzerinize çullanıp sizi ‘bölücü’ ve ‘vatan haini’ olarak nitelerler ya, işte o federalizm konusuna ciddiyetle bakasım geldi. Üstelik kusura bakmasınlar ama Kürtler şu anda benim aklımın ucunda bile değiller. Çünkü ‘Ankara’daki siyasiler ne diye Ege sahillerinde nasıl yaşadığıma bu kadar çok karışmaya kalkışabilirler’ düşüncesi birçoğumuz gibi artık benim canıma da tak demiş vaziyette.Bunun üzerine Batılılar da bizim gibi insan olduklarına göre niçin birbirlerini bu devirde patlatmıyorlar ya da birbirlerine zulmetmekten zevk alma gibi huyları yok diye daha dikkatlice baktım zavallı Hristiyan ya da ateist Batılılara! Niçin sorunlarını derinleştirmek yerine ortak aklı kullanmayı yeğleyebiliyorlar, bunlar çok mu zeki nedir diye tekrar baktım. Onların başlarını ağrıtan kendi PKK’larının üstesinden nasıl gelmişler de bizim PKK’lıları kendi çıkarları için kullanabilir olmuşlar, bu işin sihiri nerede diye düşündüm.Federal sistemleri olmayan gelişmiş ülkeler ise nasıl insanlarını bu gelişmişlik seviyesine taşımışlar, ona da göz gezdirdim. Üstelik bu konulara yıllardır görev yaptığım federal cumhuriyetlerde bu ülkelerin sistemlerindeki ciddi aksaklıklara rağmen nasıl uygar kalabildiklerini bizzat yaşayarak izlemeyi adet edinmişim, onu da yeniden keşfettim.Özetle insanların hep söyleyegeldikleri hukukun üstünlüğüne saygıyı nasıl içselleştirmişler onu sorguladım da sorguladım.Bir de ne göreyim, bu hiç de sanıldığı kadar zor bir şey değilmiş. Zaten bu konuları adamlar düşünmüşler, yorulmuşlar, uygulamada birbirlerini öldürmüşler ve sonunda katılımcı demokrasi diye şöyle böyle bir yol bulmuşlar.Üstelik ellerine fırsat geçtikçe onlar da sistemlerindeki aksaklıkları gidermeye ve yeni durumlara adapte etmeye çalışıyorlar. Bu süreçte hukukun üstünlüğüne saygıyı istersen içselleştirme! Öyle “Bu bizde çalışmaz, zira bizde o değerleri insanımızın öğrenmesi için kırk fırın ekmek yemeleri lazım”gibi söylemlerin bizim halkın canına okumak için geliştirilmiş söylemler olduğunu bir kez daha fark ettim.Evet gayet tabii Batılıların kendi tarihi, siyasi, dini ve kültürel devinimleri bugüne ulaşmalarında temel sütunları oluşturmuş, ama kanları ve canları pahasına ulaştıkları bu noktayı, illaki onların geçirdiği süreçlerden geçerek yakalamak gerekmiyor. Kaldı ki onlarla önemli kültürel farklılıklarımız olduğu da bir gerçek. Hatta kendi içimizde dahi kültürel farklılıklarımız olduğu bir başka gerçek.Batılılar kendi devletlerinin otoritesi altında devletin kendi haklarını ezmesini önleyerek mutlu yaşamaları, daha insanca yaşamaları için nasıl bir idari sistem kuralım ki bu sistem vatandaşların yararına işlesin diye epey kafa patlatmışlar. Üstelik sadece lidere “Sen ne düşünüyorsan biz onu yapalım”dememişler. Bizim birisinin arka kılı olmayı yeğleyen ot kafalılara karşılık onlar kendi kafalarını kullanıp düşünmüşler!Sistemlerinde mündemiç ‘kontrol ve denge mekanizmaları’nı öyle bir ayarlamışlar ki eğer vatandaş hukuka uymazsa onun, eğer lider uymazsa onun canına okuyacak sistemi üç aşağı beş yukarı bulmuşlar.Sosyal katmanların maddi kazanımlarını ilgilendiren haklarının ellerinden gitmesi halinde canlarının acıdığını tecrübeyle öğrendikleri için kendi kararlarına liderlerin ancak bir yere kadar karışmasına izin verdikleri bir sistem kurmuşlar. Bunu ise merkez ve çevre olarak birbirini dengeleyebilecek, iki kademeli bir siyasi kontrol ve denge sistemini devreye sokan bir idari yapılanmayla yapmışlar. Yani amaçları kendi ülkelerini bölmek filan değil! Sadece kurdukları idari yapılanma ülkenin daha verimli ve daha rekabetçi bir ortamda daha iyi bir şekilde idare edilmesini sağlıyor. O kadar.Bundan sonra da kendi vatanımıza dönüp baktım. Madem ki her insanın karakterinde – sadece Türklerde ya da cumhurbaşkanında değil- her insanoğlunda daha fazla güç sahibi olma güdüsü var, o zaman bu güdüyü nasıl sınırlarız ve özellikle benim gruba mensup insanları nasıl tatmin ederiz üzerine düşünmeye başladım.Madem ki ben Ege sahillerinde yaşamaya bayılıyorum ve kendi grubumdaki çok sayıda insandan bahsettiğim yakınmaları dinledim, o zaman AKP iktidara yeniden geldiği takdirde AKP’nin cumhurbaşkanının sürekli dile getirdiği ‘dava’sının, yaşadığımız yer her neresiyse orada kurbanı olmamamız için, yani dindar nesillerle birlikte Arap şeriatı altında yaşamamamız için federal benzeri bir idari sistemi uygularsak iyi olur kanaatine vardım. Keza, bu söylediğimin tam tersine AKP yerine farklı bir parti gelirse jakoben uygulamalarla dindar halkın bezdirilmemesi için de böyle katılımcı bir sistemin olması gerektiğini düşündüm. Daha önceki parlamenter sistemde yeterli kontrol ve denge mekanizmaları olmadığından bu duruma düştüğümüzü tekrar tespit ettim.Bizim idari sistemimiz yine tek bir anayasa altında, merkez ile mevcut yedi idari bölgemiz arasında –yani İç Anadolu, Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ile Akdeniz, Ege, Marmara ve Trakya bölgeleri- yetkilerin paylaşımını öngören bir nevi kontrol ve denge mekanizması ile merkezin ifrata kaçacak uygulamalarının halkımız lehine sınırlandırılmasını mümkün kılabilir. Ülkemiz anayasasında ifadesini bulan demokratik laik ve sosyal devlet ilkelerinden iktidar, bugün olduğu şekilde sapmaya yeltendiğinde bu tür kanunların bölgelerde uygulanmalarının, bu bölgelerde oluşturulacak meclisler tarafından o bölge yargısına taşınabilmesi gibi kontrol mekanizmaları vasıtasıyla ülkenin raydan çıkmasının yolu darbelerle değil siyaset ve yargı yoluyla sağlanabilir.Ülkemiz için böyle bir düzenin en iyi nasıl gerçekleştirilebileceğini ciddi şekilde araştırmamız ve tartışmamız gerektiğini düşündüm.Adalet mekanizmasında çalışacakların mahallinde seçilmelerinden, uluslararası normların uygulanmasına özen gösterilmesinin gözetilmesine kadar bölgelere de yetkiler veren bir sistemin çağdaş bir ülke olmamıza büyük katkıda bulunabileceğine inanıyorum.Bölgelerimizde çok büyük hassasiyet yaratan merkezin dayatmaya çalıştığı çevre ve imar konularındaki yetkileri bölgelere vererek, ülkemizin yörelerinin otantik yüzlerini koruyabileceğimize de yürekten inanıyorum.Siyaset yapmak için bütün politikacıların merkezdekilere yalakalık yapıp listeye girmeye çalışmak için Ankara’ya gelmek yerine, mahallinde iyi işler yapıp seçilmekten gayrı seçeneği olamayacağı bir parlamenter sistemi kurabileceğimizi, böylece daha fazla akıllı insanın bölgesel siyaset dahil ülke siyasetinde rol alabilmesinin mümkün olabileceğini, neticede tek elden karar almak yerine ortak aklın uzlaşma ile devreye girebilmesinin mümkün olduğunu tahmin edebiliyorum.Bölgelerin halkımıza hizmette birbirleriyle yarışır hale gelebileceklerine de eminim.Bu amaçla memleketi yüceltecek yüzakı bir anayasayı hazırlayabileceğimize ve kanunlarımızı da onun gösterdiği sınırlar içinde merkez ve bölgeler arasında kontrol ve denge oluşturacak şekilde yapabileceğimize inanmamak kendimizi küçük görmek olur. Bu milletin hak ettiği seviyeye aklıyla geleceğine, bölünmeden kurtulacağına ve insanımızın hep birlikte mutlu olmak ülküsü doğrultusunda vatandaşlığına sıkı sıkıya sahip çıkacağına inancım tam. Bu gücü kuvveden fiile geçirebilmek için bizlere, yani düşünen vatandaşlara görev düşüyor.Böyle bir düzeni gerçekleştirebildiğimiz takdirde uluslararası siyasi ve ekonomik ilişkilerimizde de gözle görülür bir iyileşme olacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.Bu yazımı bir tesbitle bitirmek istiyorum. Eğer bölünmek istemiyorsak ülkemizde bir Kürt otonom bölgesine karşılık ülkenin diğer kısmı şeklinde ikili bir düzenleme değil, etnik kökeni ne olursa olsun hiçbir ayırım yapılmadan mevcut bütün idari bölgelerin ve vatandaşların eşit haklara sahip olacakları bir düzen kurmamız gerektiğinin özellikle altını çizmek istiyorum. Türkiye’nin şu anki meselesi Kürt meselesinden öte daha iyi yönetim imkanı tanıyacak bir yapıyı kurma meselesidir. Bu yapıyı gerçek anlamda tartışmamızın ve araştırmamızın sonucu ister merkezi, ister adem-i merkeziyetçi bir yönetim biçimi tercihi olarak ortaya çıksın, bölgede taşların yerinden oynadığı bu zamanda geleceğimizi düşünerek tartışmalı ve siyasilere yol göstermek zorundayız. Toplumumuzun bugün için esas gündemi bu olmalıdır.
Politika
12 Ağustos 2017 - 12:55
Güncelleme: 12 Ağustos 2017 - 18:24
AKP'yi iktidardan indirecek strateji
Politika
12 Ağustos 2017 - 12:55
Güncelleme: 12 Ağustos 2017 - 18:24
Bu yazı, Diken yazarı Levent Gültekin’in “Bugüne kadar olduğu gibi hep mevcut rejimi eleştirmek yerine ne yapmamız gerektiği hakkında çalışmamız gerekir” saptaması doğrultusunda kaleme aldığım bir çalışmanın takdimidir.
İlginizi Çekebilir